Çölün kavurucu sıcağında bir yudumu için canınızı dahi vermekten kaçınmayacağınız buz gibi bir sudur aslında.
Ya da titreyen bedeninize hayat öpücüğü gibi uzanan odun ateşinin sıcağıdır Sibirya’nın kan dondurucu soğuğunda.
Varolmakla yokolmak arasındaki ince çizginin ta kendisidir hatta.
Varlığı ile daha bir tutunursunuz yaşama yokluğu ile atılırsınız bir kenara.
Sevgi deriz biz buna.
Sevmeliyiz, sevilmeliyiz.
İnsanız, buna muhtacız.
Çünkü bu bizim yaratılışımız.
Sevgi üzerine varolduk, sevgi ile yoğrulup, sevgi ile yollandık yaratıcı kudret tarafından.
Sonra sevgi taneciklerini anne karnında hissettik ilk kez.
Sonra kucağında sonra baba da sonra tüm tanıdıklarda.
Süt içtik, özenle beslendik gelecek için.
Ama sevgiyi aradık her bakışta her solukta.
Tebessüm edenleri sevdik, gülümseyenleri daha da benimsedik.
İçimize işledik.
Çünkü sevildik.
Çünkü biz de sevdik.
Gün geldi yetiştik, sevgiyi karşı cinsimize hissettik.
Sevginin en saf halini de öğrendik, bizi sevmeyenlerin olabileceğini de.
Bazen sevdiğimiz de sevdi bizi bazen ise sevmeyerek reddetti.
Yine de hiç bitmedi.
İçimizdeydi, nihayetinde SEVGİ idi.
Bitmezdi, bitirilemezdi.
Sonra daha da çeşitlendi daha da yüceleşti.
Kimi zaman evliliğe erişti kimi zaman yürekleri deldi, geçti.
Kimi zaman parkta elele dolaşan iki yaşlı yürekte belirdi, kimi zaman minicik bir yüreğin gülümseyen yüzünde.
Kimi zaman köşe bucak saklanıp birbirine sarılan gencecik bedenlerde kimi zaman rengi ile insanın içini okşayan bir çiçekte.
Şimdi size güzel bir hikaye
Birgün bir kadın evinden çıktı, evinin önünde beyaz, uzun sakallı 3 yaşlı adam gördü.
Onlara, "Sizi tanımıyorum ama aç olmalısınız. Lütfen evime buyurun ve bir şeyler yiyin."dedi.
"Kocanız evde mi?” diye sordular.
"Hayır." dedi kadın.
"O zaman giremeyiz." dedi yaşlılar.
Akşam kocası eve geldiğinde kadın olanları anlattı.
Kocası, "Onlara eve geldiğimi söyle ve davet et" dedi.
Kadın dışarı çıktı, yaşlı adamları davet etti.
"Biz bir eve hep beraber girmeyiz" dediler.
Kadın "Neden?" diye sordu.
Yaşlı adamlardan biri cevap verdi. “Onun adı ZENGİNLİK’tir dedi arkadaşlarından birini göstererek. Ve bir diğerini göstererek, “Onun da adı BAŞARI’dır ve ben de SEVGİYİM” dedi ve ekledi: "Şimdi eşinle konuş ve hangimizi evinize davet edeceğinize karar verin." dedi.
Kadın eve girdi ve olanları kocasına anlattı. Kocası çok sevindi. "Ne kadar harika. Zenginliği davet edelim gelsin ve evimizi zenginlikle doldursun" dedi.
Kadın "Neden başarıyı davet etmiyoruz?" diye sordu.
O sırada onları dinlemekte olan kızları, "Sevgiyi davet etsek daha iyi olmaz mı?" diye seslendi.
"O zaman evimiz sevgiyle dolar."
Adam: "Bence kızımızın tavsiyesine uyalım." dedi.
"Dışarı çık ve sevgiyi davet et. Sevgi bizim misafirimiz olsun."
Kadın dışarı çıktı, sevgiyi seçtiklerini söyledi ve sevgiyi evlerine davet etti.
Sevgi kalktı ve eve doğru yürümeye başladı.
Diğer iki arkadaşı da kalktı ve onu takip ettiler.
Kadın büyük bir şaşkınlıkla: "Ben sadece sevgiyi davet ettim, siz neden geliyorsunuz?" diye sordu.
Yaşlı adam cevap verdi:
"Eğer siz zenginlik veya başarıyı davet etmiş olsaydınız, diğer ikimiz kalacaktık ama siz beni, SEVGİ’yi davet ettiğiniz için, ben nereye gidersem, ‘başarı’ ve ‘zenginlik’ de benimle gelir. Her nerede ‘sevgi’ varsa, ‘başarı’ ve ‘zenginlik’ de oradadır.
Sevgi ile kalın…
16 Şubat 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Selamlar Tuncay Bey,
YanıtlaSilSevginin günü geçeli oldu birkaç gün. Ama ben gerçek sevginin bir ömür süreceğine inananlardan birisi olarak "sevgi" kavramının bir güne sıkıştırılmasına, özel bir gün olarak kutlanmasına karşıyım. Neden bu kadar ketunsuznuz diye sorabilirsiniz. Sözyleyeyim efendim. Beni sevenlerim ya da benim sevdiklerimin hulasa bir günlük sevdaları yoktur. Sevgi dediğin şey, ölümüne dek süren bir vefa; sevgi denilen şey, insanın içinden gelen hüsnadır. Bu yüzden onu bir güne mahkum etmek, bence en büyük aprallıktır.
Bunun yanında hatırlanmak, sevildiğini bilmek ya da hissetmek baki olması gereken olgulardır. Bunu senenin bir gününe sıkıştırmak, hele hele yeni nesilde sıkça rastlanan bir hastalık olan 14 Şuabat'ta aşksız kalmamak uğruna yaşanan ikişkiler, bu kavramı da bayağılaştıran, basitleştiren durumlardır. Oysa eski aşkların günü mü vardı. Onlar yüzyıllara sığmadı, dudaklardan öykü oldu; şiir oldu aktı. Kerem'in Aslı'sına, Mecnun'nun Leyla'sına, Tahir'in Zühre'sine... kimlerin kimlere verdiği neydi?
Bence aşkı,sevmeyi böyle kapital zincirlerle saranlarlara sormak lazım. Aşk acaba onlarca neydi?
Sevgiler...
Duygu Hoca