Ben iyi bir Fenerbahçeliyim.
Öyleki hayatımın ilk beşi arasındadır.
Taraftarı olmaktan gurur duymuşumdur, duyuyorum da.
Renklerine aşığım, ismine vurgunum.
Bir taraftar olarak da kulübüme katkı sağlamak adına elimden geleni yapıyorum.
Buna karşın yine de rakibimiz olan diğer takımları lanet olası olarak anmıyor, hatta belli ölçülerde saygı da duyuyorum.
Ve biliyorum ki bu şekilde düşünen milyonlarca insan var bu ülkede.
İyi güzel de bunun anlamı ne şimdi dediğinizi duyar ibiyim.
Anlamı şu:
Spor medyasına, özellikle de şu yorumcu tayfasının adeta bodoslama daldıkları tv dünyasındaki saçmalıklarına serzeniş.
Hatta isyan.
Hafta sonları tv izleyemez hale geldik.
Önüne gelen spor adamı, önüne gelen yorumcu, önüne gelen otorite.
Birileri dünyanın aptal zamanı üç beş yıl top oynamış şimdi onun hürmetine kelam ediyor ttv’lerde birileri gazete patronunun eşi dostu akrabası olduğu için şans bulmuş kalem sallamaya birileri de mahalle kabadayısı ağzıyla iş gördüğü için otorite sayılmış bu dünyada.
Hemen her hafta sonu ki şimdi artık Pazartesi’leri de dahil ettiler haftanın üç dört gün bu muhteremlere tahammül etmek zorunda bırakılıyoruz.
Hani bir de konuşabilseler hiç sorun değil ama söylemek istediklerini ya tam olarak anlatamıyorlar ya kelime dağarcıkları fazla olmadığı için kendileri ile cebelleşip programın süresine yeniliyorlar ya bağırıp çağırıyor ya da kahinliği soyunuyorlar.
İddia ediyorum Türk medyasının kültürel düzeyi, eğitim seviyesi en düşük hatta evlere şenlik yanı bu spor birimleridir.
Kastettiklerim ise kesinlikle muhabir ya da editörler değildir.
Yorumcu diye geçinen sadece laf hegamonyası yaratmak için yılda birkaç bin doları ceplerine indiren belli bir zümredir.
Üslup diye bir şeyden haberleri yoktur.
Saygı yerlerde sürünür, günlük konuşma dili ile güya topluma mesajlar verilir.
Küfürler bu pek aydın kişilerce canlı yayınlarda dillendirilir.
Soruların içeriği henüz ilkokul düzeyindeki öğrencilerin seviyesinden bile uzaktır çoğu zaman.
Alınan yanıtları algılama yeteneği ise en az birkaç tekrarın yerine getirilmesi sonucu çok daha net çıkar ortaya.
“Birader”, “Baba”, “Hain, “Defolup gitsin” gibi son derece anlamlı (!) ifadeler bu müthiş otoritelerin (!) o 50 60 kelimeyi geçmeyen sözcük dağarcıklarındaki en nadide olanlarıdır.
Her maç öncesi ya da sonrası çıkar konuşur da konuşurlar.
Asla net ifadeler duymazsınız onlardan. Hep genel sözcükler dikkat çeker.
Örneğin bir maç için o müthiş otoritesini (!) konuşturup “Maçı şu takım kesin alır” demez, diyemez.
Üç ihtimalli maç deyip çıkar işin içinden.
Sonra da “İyi de kardeşim bunu insanlar zaten biliyor. O zaman benim otoriteliğim nerede kaldı” diye de sormaz, sorgulamaz kendini.
Otoriteymiş, yorumcuymuş, tecrübeymiş, miş miş de miş miş.
Türkçe’yi 50 60 kelime ile konuşup, kendini tekrar edenlerin, ağzı bozuk kabadayı tiplerin otorite olduğu nerede görülmüş.
Ne yazık ki bizde!
22 Aralık 2009 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder